Hukuk Bölümü         2003/24 E.  ,  2003/27 K.
"İçtihat Metni"Adalet Bakanlığı Bilgi İşlem Dairesi Başkanlığınca hazırlanmıştır. İzinsiz olarak kopyalanması ve dağıtılması hukuki sorumluluk gerektirir.

Davacılar       : S.D. ve G.D. ile çocuğu

Vekili              : Av. H.A.

Davalı           : İçişleri  Bakanlığı                       

            O  L  A  Y       :Karaman-Ermenek İlçesi, Kazancı Jandarma Karakol Komutanlığı emrinde askerlik hizmetini yapmakta olan J.Onb. S.D., nöbet görevi sırasında aynı yerde görevli bulunan bir J. Erinin şarjörü takılı haldeki silahının doldur- boşalt yaparken ateş alması nedeniyle başından isabet alması sonucu 27.1.2001 gününde ölmüştür.

Davacılar vekilince, oğullarının ölümü nedeniyle destekten yoksun kalan ve büyük acı ve elem duyan anne ve baba için 14.000.000.000.-TL. maddi ve 2.000.000.000.- TL. manevi ve kardeş için 750.000.000.-TL. manevi olmak üzere toplam 16.750.000.000.-TL. tazminatın, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle, 18.10.2001 gününde askeri idari yargı yerinde dava açılmıştır.

            ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 22.3.2002 gün ve E:2001/16, K:2002/407 sayı ile, Anayasa’nın 157 ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiği; gerek Anayasa gerek 1602 sayılı Yasa’da öngörülen     “ asker kişiyi ilgilendiren” sözcüğüyle, yasakoyucunun davacının kendisinin “asker kişi” olmasını kastettiği; davacının “asker kişi” olması koşulunun tek istisnanın, yine Yasa’da belirtildiği üzere askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunduğu; görülmekte olan davanın, askerlik yükümlülüğüne ilişkin olmayıp destekten yoksun kalma hukuki nedenine dayalı tam yargı davası olduğu; davacıların miras hukuku bakımından müteveffa Onbaşının “külli halef” olmasının ona “asker kişi” vasfını kazandırmayacağı; belirtilen nedenlerle davada, davacının asker kişi olması koşulu gerçekleşmediğinden AYİM’in görevli olmayıp genel idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle görevsizlik kararı vermiş; bu karar, yasa yoluna başvurulmayarak kesinleşmiştir.

Davacılar vekili, bu kez, anne ve baba için 20.000.000.000.-TL. maddi ve 2.000.000.000.-TL. manevi ve kardeş için 750.000.000.-TL. manevi olmak üzere toplam 22.750.000.000.-TL. tazminatın davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle, 17.7.2002 gününde genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

KONYA İDARE MAHKEMESİ; 25.9.2002 gün ve E:2001/1070, K:2002/1116 sayı ile, Anayasa’nın 157. ve 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddelerine göre, AYİM’in bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesinin gerektiği; anılan Yasa maddesinde ifade edilmek istenilen şeyin “ asker kişinin açtığı dava” değil “asker kişiyi ilgilendiren eylem ve işlemlerden doğan davalar” olup, görev alanının belirlenmesindeki kriterin, davacının asker kişi olup olmadığı değil olayın-fiilin asker kişiyi ilgilendirip ilgilendirmemesi olduğu; bu noktada, davayı doğuran olayın asker kişiyi (öleni) ilgilendiren bir olay olduğunu belirtmek gerektiği; sonuç olarak, davacılar asker kişi olmamakla birlikte davayı doğuran olay asker kişiyi ilgilendirdiğinden ve askeri hizmetten kaynaklandığından, 1602 sayılı Yasa’nın 20. maddesi uyarınca davanın çözümünde AYİM’ in görevli olduğu gerekçesiyle, olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılması için davanın ertelenerek görev yönünden reddine, 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre görevli yargı merciinin belirlenmesi amacıyla dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmesine, Uyuşmazlık Mahkemesi Mahkemeyi görevli görürse dosyanın yeniden esasa alınmasına karar vermiş; bu karar, temyiz edilmeyerek kesinleşmiştir.

Anılan karar gereğince, Konya İdare Mahkemesi Başkanlığının 31.3.2003 gün ve 2002/1070 sayılı yazısı ile, idari yargı dosyası Uyuşmazlık Mahkemesi’ne gönderilmiştir. 

İNCELEME VE GEREKÇE  : Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün Ali HÜNER’in Başkanlığında, Üyeler: Dr. Mustafa KILIÇOĞLU, Ümran SAYIŞ, Ayla ALKIVILCIM, Ahmet BAŞPINAR, Dr. Serdar ÖZGÜLDÜR  ve Hıfzı ÇUBUKLU’nun katılımlarıyla yapılan 28.4.2003 günlü toplantısında, Raportör- Hakim İsa YEĞENOĞLU’ nun  davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tülin ÖZGENÇ’in davada idari askeri idari yargının; AYİM Savcısı Ahmet SİVAS’ ın ise, davada genel idari yargının görevli olduğu yolundaki  yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:  

USULE İLİŞKİN İNCELEME     :

Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa’nın 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre Konya İdare Mahkemesi’nin kararının 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 19. maddelerinde düzenlenen iki farklı görev uyuşmazlığı yöntemlerini birlikte içerdiği görülmüş olup, öncelikle başvurudaki bu usul sorununun irdelenmesi gerekir.

Adıgeçen İdare Mahkemesi’nce, davada görevsizlik kararı verilerek, 2247 sayılı Yasa’nın 14. maddesinde düzenlenen olumsuz görev uyuşmazlığı çıkarılmasından sözedilmiş ve dosya esas kaydı kapatılmış ve bu karar kesinleştirilmiştir. Anılan 14. maddeye göre, hukuk alanında doğan olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemi, ancak davanın taraflarınca ileri sürülebilir. Diğer bir ifadeyle, hukuk alanında doğan bir olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi için yasakoyucu tarafından yargı merciine resen başvurma yetkisi tanınmamıştır.

            Öte yandan, adıgeçen İdare Mahkemesi’nin aynı kararı, davanın incelenmesinin ertelenerek görevli merciin belirtilmesi için 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesine göre Uyuşmazlık Mahkemesi’ne başvurma iradesini de içermektedir. Esasen “Yargı merciilerinin Uyuşmazlık Mahkemesine başvurmaları”nı düzenleyen 19. maddeye göre hareket eden mahkemenin, dosya esas kaydını kapatmaması; diğer bir ifadeyle, işten el çekmemesi ve işin incelenmesini ertelemekle yetinerek ara karar niteliği taşıyan gerekçeli bir başvuru kararıyla dosyayı Uyuşmazlık Mahkemesi’ne göndermesi gerekmektedir. 

Bu duruma göre, olayda İdare Mahkemesi’nin kesinleşen görevsizlik kararı üzerine, 2247 sayılı Yasa’nın 14. ve 15. maddelerinde öngörülen şekilde davanın taraflarınca olumsuz görev uyuşmazlığının giderilmesi istemiyle yapılmış bir başvuru bulunmaması karşısında, anılan Mahkeme kararının 19. maddeye göre yapılmış bir başvuru niteliğini taşıdığının kabulü, gerek dava ekonomisine gerekse Uyuşmazlık Mahkemesi’nin kuruluş amacına uygun düşeceğinden, esas inceleme yapılmasına oybirliği ile karar verildi.

ESASA İLİŞKİN İNCELEME         :

            Dava, askerlik hizmetini yapmakta iken ölen onbaşının yakınlarının maddi ve manevi tazminat isteminden ibarettir.

Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa’nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi“ ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

İdari eylemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

İdari eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi”, açılan bir tam yargı davasında AYİM’in davaya bakabilmesinin diğer koşuludur. Bir idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşuluna üç değişik anlam vermek mümkündür: Bunlar, “davacının asker kişi olması”, “idari eylemin asker kişilerce tesis edilmiş olması” ve  “idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş bulunması”dır.

Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşunu takip eden ilk yıllardaki kimi kararlar ayrık tutulursa, 1975 yılından itibaren gerek Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin gerekse Uyuşmazlık Mahkemesinin istikar bulmuş kararları ile, idari eylemler yönünden “asker kişiyi ilgilendirme “koşulu eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı sahasında meydana getirmesi olarak kabul görmüş bulunmaktadır.

Esasen Anayasa’nın 157 nci maddesinde yer alan “asker kişiyi ilgilendirme” koşulunun sadece idari eyleme maruz kalan asker kişilerin davacı olabilecekleri şeklindeki daraltıcı bir yoruma 1602 sayılı Kanun’da dayanak aramaya da imkan yoktur. Normlar hiyerarşisi kuralı uyarınca, öncelikle anayasal norm ele alınıp yorumlanacak; bundan hukuki bir sonuç çıkarılamazsa yasal norm esas tutulabilecektir. Oysa gerek 1961 Anayasası’nın 114, gerek 1982 Anayasası’nın 125 nci maddesinde idarenin sorumluluğu düzenlenirken,  konuya  ilişkin

detaya girilmemiş ve gerekçede konunun yargı içtihatlarına bırakıldığı ifade edilmiştir. Şu halde, özellikle tam yargı davaları ve bu davalarda görev konularında yüksek yargı organlarınca belli ilke ve kriterlerin getirilmesi, yorum yapılması kaçınılmaz bulunmaktadır. Bu bakımdan, Uyuşmazlık Mahkemesi’nin uzun yıllardır istikrar bulmuş uygulamasından dönülmesini gerektirir bir neden görülmemiş ve “asker kişiyi ilgilendirme” koşulunun, tam yargı davaları bakımından “ eylemin bir asker kişiye yönelmesi” şeklinde anlaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

            Bu belirlemede önem taşıyan diğer bir husus, idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişi dolayısıyla tam yargı davası açan kişilerin ( ana, baba, eş, çocuk, kardeş vb.) hukuki sıfat ve konumlarının ne olduğudur. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin ve Uyuşmazlık Mahkemesi’nin ilk dönem kararlarında bu kişiler yönünden “halefiyet” kavramına başvurulduğu, kimi kararlarda “halef”, “asker kişinin halefi”, “muris ve muin” gibi terimlere yer verildiği görülmektedir. Bu sözlerle idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişiden dolayı tam yargı davası açma hakkı olan kişilerin ifade edilmek istendiği anlaşılmakla beraber; bu söz ve kavramların kastedilen anlamı vermeye yeterli olmadığı açıktır. Gerçekte “halefiyet” kavramının, tam yargı davasında davacı sıfatını alan kişileri tanımlamada kullanılmaması gereken bir deyim olduğu kuşkusuzdur. Çünkü, bir Borçlar Hukuku müessesesi olarak en genel tanımıyla halefiyet, bir kimsenin yerine bir başkasının geçmesini ifade etmektedir. Oysa bir tam yargı davasında idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişi nedeniyle maddi (destekten yoksun kalma) veya manevi tazminat talebinde bulunan kimse veya kimseler, ölen asker kişinin yerine geçen, o kişiden kendisine intikal eden bir hakkı kullanan kimse veya kimseler değildir. Çünkü, maddi  (destekten yoksun kalma) yada manevi tazminat isteyenler bizzat kendi kişiliklerinden doğan bir hakkı kullanmaktadırlar. Diğer bir deyişle, belirtilen yakınların tam yargı davasında davacı sıfatını almaları, tazminat isteme hakkının haksız eylemden zarar görene ait olması genel kuralının bir istisnasını teşkil etmektedir ve bu kişiler bizzat kendilerine ait olan bir hakkı kullanmak suretiyle tazminat talebinde bulunmaktadır.

Öte yandan, yeri gelmişken hemen işaret etmek gerekir ki, Medeni Hukuk ( Borçlar Hukuku) müesseseleri idari sorumluluk hukuku yönünden doğrudan uygulanacak norm mesabesinde olmayıp; ancak “esin kaynağı” teşkil ederler ve bünyeye uyduğu, adapte edilebildiği ölçüde uygulanırlar. Dolayısıyla, tam yargı davaları yönünden Borçlar Hukukunun temas edilen “halefiyet” kavramına yukarıda açıklandığı biçimde anlam verilmesi ve uygulama alanı bulması doğal ve idari sorumluluk hukukunun içtihadiliği özelliğinin gereğidir.

Sonuç olarak, idari eylemin ilgilendirdiği (yönelik olduğu) asker kişi dışında kalmakla beraber, bizzat yada bir vekil tarafından maddi ve veya manevi tazminat davası açmaya hakkı olan “yakınlar”ın asker kişi sıfatını taşıyıp taşımamalarının, bu tam yargı davasına bakacak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin görev alanı bakımından herhangi bir etkisi sözkonusu değildir. Esasen, idari eyleme maruz kalan asker kişinin ölmeyip yaralanması ve veya sakatlanması halinde AYİM’ de kendisinin açacağı davada Mahkemeyi görevli kabul etmek, asker kişinin ölmesi halinde yakınlarının açacakları davada Mahkemeyi görevsiz kabul etmek tazminat hukukunun genel felsefesi ve sistematiğine de aykırı düşmekte; “görev”i idari eyleme maruz kalan asker kişinin ölmesi yada yaralanması ve veya sakatlanması gibi tesadüfi kriterlere endeksleyen böylesine bir yorum ve kabul şekli, aynı zamanda  Anayasa’nın  157 nci maddesinin  bu  konuda  kabul  ettiği  ölçülerle  de bağdaşmamaktadır.

Belirtilen açıklamalar ışığında, askeri hizmete ilişkin bir idari eyleme maruz kalarak vefat eden erin yakınlarının açtığı dava askeri idari yargının görev alanına girdiğinden, davanın çözümünde de Askeri Yüksek İdare Mahkemesi görevli bulunmaktadır.

            Bu nedenle,Konya İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun kabulü ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi’nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

            SONUÇ         :Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Konya İdare Mahkemesi’nin 2247 sayılı Yasa’nın 19. maddesi kapsamında görülen başvurusunun KABULÜ ile, AYİM İkinci Dairesi’nin 22.3.2002 gün ve E:2001/16, K:2002/407 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 28.4.2003 gününde KESİN OLARAK OYBİRLİĞİ İLE karar verildi.