Hukuk Bölümü 2003/70 E., 2003/82 K.

  • ASKERLİK HİZMETİ
  • MANEVİ TAZMİNAT DAVASI
  • 2709 S. 1982 ANAYASASI [ Madde 125 ]
  • 2709 S. 1982 ANAYASASI [ Madde 157 ]
  • 1602 S. ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ KANUNU [ Madde 20 ]
  • "İçtihat Metni"

    OLAY : Askerlik hizmetini yapmakta olan J.Kom.Er. İbrahim Türker, Kuzey Irak'ta icra edilen operasyon sırasında mayına bastığı ayağının bilekten kopması nedeniyle sağ bacağı diz altından kesilmek suretiyle sakat kalmış ve malül gazi olarak terhis edilmiştir.

    Davacılar vekilince, malül gazi İbrahim Türker için 1,000,000,000.- TL. maddi ve 15,000,000,000.- TL. manevi ve ayrıca oğullarının sakat kalması nedeniyle büyük acı ve elem duyan anne ve babası için ayrı ayrı 2,000,000,000.- TL. manevi tazminatın, olay tarihinden itibaren yasal faiziyle birlikte davalı idarece ödenmesine hükmedilmesi istemiyle, 2.7.2000 gününde askeri idari yargı yerinde dava açılmıştır.

    ASKERİ YÜKSEK İDARE MAHKEMESİ İKİNCİ DAİRESİ; 12.6.2002 gün ve E: 2002/507, K: 2002/592 sayı ile, Anayasa'nın 157 ve 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddelerine göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması şartlarının birlikte gerçekleşmiş olması gerektiği; gerek Anayasa gerek 1602 sayılı Yasa'da öngörülen "asker kişiyi ilgilendiren" sözcüğüyle, yasakoyucunun davacının kendisinin "asker kişi" olmasını kastettiği; davacının "asker kişi" olması koşulunun tek istisnanın, yine Yasa'da belirtildiği üzere askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarla sınırlı bulunduğu; görülmekte olan davanın, askerlik yükümlülüğüne ilişkin olmayıp destekten yoksun kalma hukuki nedenine dayalı tam yargı davası olduğu; olayda yaralanıp sakat kalan askerin babası ve annesinin sivil kişiler olup, asker kişi sıfatlarının bulunmadığı ve oğulları sağ olduğu için davacıların külli halef bile olmadığı; belirtilen nedenlerle, baba ve anne yönünden davacıların asker kişi olması koşulu gerçekleşmediğinden davada AYİM'in görevli olmayıp genel idari yargının görevli olduğu gerekçesiyle, davacılar Fedakar ve Gülseren Türker'in AYİM İkinci Dairesi'nin 2001/862 esasında kayıtlı davalarının tefrik edilerek ayrı bir esasa kaydedilmesine, tefrik edilen bu davanın görev yönünden reddine karar vermiş; bu karar, kararın düzeltilmesi isteğinin aynı DAİRE'nin 30.4.2003 gün ve E: 2003/478, K: 2003/342 sayılı kararıyla reddi suretiyle kesinleşmiştir.

    Davacılar vekili, bu kez, anne ve baba için toplam 4,000,000,000.- TL. manevi tazminat istemiyle, 8.8.2002 gününde genel idari yargı yerinde dava açmıştır.

    ANKARA 11. İDARE MAHKEMESİ; 31.3.2003 gün ve E: 2002/821 sayı ile, 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesine göre, AYİM'in bir davaya bakabilmesi için idari işlem veya eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerektiği; davacıların oğullarının askerlik yükümlülüğü altında iken sakatlanması olayının askeri hizmeti ilgilendirdiği ve menfaati ihlal edilen kişiler asker kişi olmasalar dahi asker kişiyi ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin bulunan eylemden dolayı açılan davaya AYİM'de bakılması gerekeceğinden genel idari yargının görevsiz olduğu sonucuna varıldığından bahisle, 2247 sayılı Yasa'nın 19. maddesine göre görevli yargı yerinin belirlenmesi için Uyuşmazlık Mahkemesi'ne başvurulmasına ve bu konuda karar verilinceye kadar incelemenin ertelenmesine karar vermiştir.

    İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü'nün, Yalçın ACARGÜN'ün Başkanlığında, Üyeler: Dr. Atalay ÖZDEMİR, M. Lütfü ÜÇKARDEŞLER, Serap AKSOYLU, Z. Nurhan YÜCEL, Abdullah ARSLAN ve H. Hasan MUTLU'nun katılımlarıyla yapılan 17/11/2003 günlü toplantısında, Raportör- Hakim İsa YEĞENOĞLU'nun davanın çözümünde askeri idari yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Tülin ÖZGENÇ'in davada askeri idari yargının, AYİM Savcısı Ahmet SİVAS'ın ise davada genel idari yargının görevli olduğu yolundaki yazılı ve sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

    USULE İLİŞKİN İNCELEME:

    Dosya üzerinde 2247 sayılı Yasa'nın 27. maddesi gereğince yapılan incelemeye göre, davacılardan Fedakar ve Gülseren Türker yönünden doğan görev uyuşmazlığında İdare Mahkemesi'nce anılan Yasa'nın 19. maddesinde öngörülen usul ve yönteme uygun biçimde başvuruda bulunulduğu anlaşılmaktadır. Usule ilişkin herhangi bir noksanlık görülmemiş olup, esas inceleme yapılmasına oybirliği ile karar verildi.

    ESASA İLİŞKİN İNCELEME:

    Dava, askerlik hizmetini yapmakta iken sakat kalarak malül olan oğulları nedeniyle anne ve babanın manevi tazminat isteminden ibarettir.

    Anayasa'nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 20.7.1972 tarih ve 1602 sayılı Yasa'nın 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem ya da eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi" ve "askeri hizmete ilişkin bulunması" koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

    1602 sayılı Yasa'nın değişik 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

    İdari eylemin "askeri hizmete ilişkin bulunması", eylemin kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır. Askeri nitelikteki idari eylemi de, askeri kural ve gerekler çerçevesinde yürütülen askeri hizmet sırasındaki bir hareket, tutum veya meydana gelen ya da getirilen bir olay olarak tanımlamak olanaklıdır.

    İdari eylemin "asker kişiyi ilgilendirmesi", açılan bir tam yargı davasında AYİM'in davaya bakabilmesinin diğer koşuludur. Bir idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi koşuluna üç değişik anlam vermek mümkündür: Bunlar, "davacının asker kişi olması", "idari eylemin asker kişilerce tesis edilmiş olması" ve "idari eylemin bir asker kişiye yönelmiş bulunması"dır.

    Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin kuruluşunu takip eden ilk yıllardaki kimi kararlar ayrık tutulursa, 1975 yılından itibaren gerek Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin gerekse Uyuşmazlık Mahkemesinin istikar bulmuş kararları ile, idari eylemler yönünden "asker kişiyi ilgilendirme" koşulu eylemin bir asker kişiye yönelmesi, zarar verici etkilerini bir asker kişinin beden veya mal varlığı sahasında meydana getirmesi olarak kabul görmüş bulunmaktadır.

    Esasen Anayasa'nın 157 nci maddesinde yer alan "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunun sadece idari eyleme maruz kalan asker kişilerin davacı olabilecekleri şeklindeki daraltıcı bir yoruma 1602 sayılı Kanun'da dayanak aramaya da imkan yoktur. Normlar hiyerarşisi kuralı uyarınca, öncelikle anayasal norm ele alınıp yorumlanacak; bundan hukuki bir sonuç çıkarılamazsa yasal norm esas tutulabilecektir. Oysa gerek 1961 Anayasası'nın 114, gerek 1982 Anayasası'nın 125 nci maddesinde idarenin sorumluluğu düzenlenirken, konuya ilişkin detaya girilmemiş ve gerekçede konunun yargı içtihatlarına bırakıldığı ifade edilmiştir. Şu halde, özellikle tam yargı davaları ve bu davalarda görev konularında yüksek yargı organlarınca belli ilke ve kriterlerin getirilmesi, yorum yapılması kaçınılmaz bulunmaktadır. Bu bakımdan, Uyuşmazlık Mahkemesi'nin uzun yıllardır istikrar bulmuş uygulamasından dönülmesini gerektirir bir neden görülmemiş ve "asker kişiyi ilgilendirme" koşulunun, tam yargı davaları bakımından "eylemin bir asker kişiye yönelmesi" şeklinde anlaşılması gerektiği sonucuna varılmıştır.

    Bu belirlemede önem taşıyan diğer bir husus, idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişi dolayısıyla tam yargı davası açan kişilerin ( ana, baba, eş, çocuk, kardeş vb. ) hukuki sıfat ve konumlarının ne olduğudur. Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin ve Uyuşmazlık Mahkemesi'nin ilk dönem kararlarında bu kişiler yönünden "halefiyet" kavramına başvurulduğu, kimi kararlarda "halef", "asker kişinin halefi", "muris ve muin" gibi terimlere yer verildiği görülmektedir. Bu sözlerle idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişiden dolayı tam yargı davası açma hakkı olan kişilerin ifade edilmek istendiği anlaşılmakla beraber; bu söz ve kavramların kastedilen anlamı vermeye yeterli olmadığı açıktır. Gerçekte "halefiyet" kavramının, tam yargı davasında davacı sıfatını alan kişileri tanımlamada kullanılmaması gereken bir deyim olduğu kuşkusuzdur. Çünkü, bir Borçlar Hukuku müessesesi olarak en genel tanımıyla halefiyet, bir kimsenin yerine bir başkasının geçmesini ifade etmektedir. Oysa bir tam yargı davasında idari eyleme maruz kalarak ölen asker kişi nedeniyle maddi ( destekten yoksun kalma ) veya manevi tazminat talebinde bulunan kimse veya kimseler, ölen asker kişinin yerine geçen, o kişiden kendisine intikal eden bir hakkı kullanan kimse veya kimseler değildir. Çünkü, maddi ( destekten yoksun kalma ) yada manevi tazminat isteyenler bizzat kendi kişiliklerinden doğan bir hakkı kullanmaktadırlar. Diğer bir deyişle, belirtilen yakınların tam yargı davasında davacı sıfatını almaları, tazminat isteme hakkının haksız eylemden zarar görene ait olması genel kuralının bir istisnasını teşkil etmektedir ve bu kişiler bizzat kendilerine ait olan bir hakkı kullanmak suretiyle tazminat talebinde bulunmaktadır.

    Öte yandan, yeri gelmişken hemen işaret etmek gerekir ki, Medeni Hukuk ( Borçlar Hukuku ) müesseseleri idari sorumluluk hukuku yönünden doğrudan uygulanacak norm mesabesinde olmayıp; ancak "esin kaynağı" teşkil ederler ve bünyeye uyduğu, adapte edilebildiği ölçüde uygulanırlar. Dolayısıyla, tam yargı davaları yönünden Borçlar Hukukunun temas edilen "halefiyet" kavramına yukarıda açıklandığı biçimde anlam verilmesi ve uygulama alanı bulması doğal ve idari sorumluluk hukukunun içtihadiliği özelliğinin gereğidir.

    Sonuç olarak, idari eylemin ilgilendirdiği ( yönelik olduğu ) asker kişi dışında kalmakla beraber, bizzat yada bir vekil tarafından maddi ve veya manevi tazminat davası açmaya hakkı olan "yakınlar"ın asker kişi sıfatını taşıyıp taşımamalarının, bu tam yargı davasına bakacak Askeri Yüksek İdare Mahkemesi'nin görev alanı bakımından herhangi bir etkisi sözkonusu değildir. Esasen, idari eyleme maruz kalan asker kişinin ölmeyip yaralanması ve veya sakatlanması halinde AYİM'de kendisinin açacağı davada Mahkemeyi görevsiz kabul etmek, asker kişinin ölmesi halinde yakınlarının açacakları davada Mahkemeyi görevsiz kabul etmek tazminat hukukunun genel felsefesi ve sistematiğine de aykırı düşmekte; "görev"i idari eyleme maruz kalan asker kişinin ölmesi yada yaralanması ve veya sakatlanması gibi tesadüfi kriterlere endeksleyen böylesine bir yorum ve kabul şekli, aynı zamanda Anayasa'nın 157 nci maddesinin bu konuda kabul ettiği ölçülerle de bağdaşmamaktadır.

    Bu genel açıklama ışığında uyuşmazlığa konu edilen dava incelendiğinde:

    Tam yargı davası ile giderilmesi istenen zararı oluşturan idari eylemin asker kişiyi ilgilendirdiği ve askeri hizmete ilişkin bulunduğu tartışmasızdır.

    Olayda, AYİM İkinci Dairesi'nce, davacılardan malul olan asker kişi yönünden Mahkemenin görevli bulunduğu kabul edilmiş; ancak, askeri hizmete ilişkin bir idari eyleme maruz kalarak sakatlanan askerin yakınları olan anne ve babanın "asker kişi" olmamaları nedeniyle aynı davada görevsizlik kararı verilmiştir.

    Askeri hizmete ilişkin bir idari eyleme maruz kalarak sakatlanan asker kişinin açtığı davada AYİM'in görevli olduğunu kabul etmek, buna karşılık aynı hizmet nedeniyle asker kişiye bağlı olarak zarar gördüklerini ileri süren sivil kişilerin genel idari yargıda dava açacaklarını söylemek, tek bir hizmetin değerlendirilmesinde yargı yerlerinin farklı sonuçlara varmalarına neden olabileceği gibi, bu durum, tam yargı davası yönünden yukarıda açıklanan genel kabulün dayandığı Anayasa'nın 157. maddesinde düzenlenen AYİM'in görev alanına ilişkin esaslarla da bağdaştırılamaz.

    Belirtilen duruma göre ve olayda, Anayasa'nın 157. ve 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddelerinde öngörülen idari eylemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşullarının birlikte gerçekleşmiş olması karşısında, idari eylemin yöneldiği asker kişinin hakları dışında kalmak kaydıyla, fakat onun zarar görmesi nedeniyle duydukları elem ve ızdıraptan dolayı kendi kişiliklerinden doğan dava hakkını kullanmak suretiyle anne ve baba tarafından açılmış bulunan tam yargı davasının görüm ve çözümünde de Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevli olduğunun kabulü gerekir.

    Bu nedenle, İdare Mahkemesi'nin başvurusunun kabulü ile Askeri Yüksek İdare Mahkemesi İkinci Dairesi'nin görevsizlik kararının kaldırılması gerekmektedir.

    SONUÇ : Davanın çözümünde ASKERİ İDARİ YARGININ görevli olduğuna, bu nedenle Ankara 11. İdare Mahkemesi'nin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile, AYİM İkinci Dairesi'nin 12.6.2002 gün ve E: 2002/507, K: 2002/592 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA, 17.11.2003 gününde KESİN OLARAK OYBİRLİĞİ İLE karar verildi.