T.C.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ

            HUKUK BÖLÜMÜ

            ESAS NO      : 2014 / 1169

            KARAR NO             : 2015 / 88

            KARAR TR  : 2.3.2015

ÖZET : Davalı tarafın davayı kabul ettiğini bildirir dilekçeyi mahkememize sunması nedeniyle, 2247 sayılı Kanun uyarınca görev uyuşmazlığının esasının incelenmesi olanağı bulunmadığından; karar verilmesine yer olmadığı hk.

 

K  A  R  A  R

 

Davacı            : K.T.

Davalılar        : 1- Milli Savunma Bakanlığı

Vekili              : Av. A.K.Y. 

                          2- Adalet Bakanlığı

 

O L A Y          : Davacı dava dilekçesinde; “Selçuk Üniversitesi Hukuk Fakültesi 2006 mezunuyum. 2010 yılından itibaren 2010-10 Sicil numarasıyla Askeri Hakimlik görevinde bulunuyorum.

Dava AYİM'in görev alanına girmemektedir. 1602 Sayılı Kanun’un 20. maddesi, "Askeri Yüksek İdari Mahkemesinin Görevleri" başlıklı maddesinde şu şekilde tanımlamıştır; Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz." Kanun maddesinden de anlaşıldığı gibi, bir davanın AYİM'in görev alanına girmesi için; asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işleme karşı açılmış bir dava olması gerekir. Oysa ki dava konusu olay Adli Hakim ve Savcı Adaylığına muvafakat vermeme işlemi olup, bu işlem askeri hizmete ilişkin değildir. Kaldı ki. Anayasanın 145 inci maddesinin 3 üncü fıkrasında 2010 yılında yapılan değişiklikle, 145 inci maddenin son fıkrası “Askeri yargı organlarının kuruluşu, işleyişi, askeri hâkimlerin özlük işleri, askeri savcılık görevlerini yapan askeri hâkimlerin görevli bulundukları komutanlıkla ilişkileri, mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenlenir.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir. Söz konusu değişiklik ile Anayasa’nın 145. maddesinden, bağımsızlığı zayıflatan “askerlik hizmetlerinin gerekleri” sözcükleri çıkarılmıştır. Dolayısı ile askeri idari yargının görev alanını belirleyen 1602 Sayılı Kanunun 20. Maddesindeki “ askeri hizmete ilişkin olma”

Şartı sağlanmadığından, davaya konu uyuşmazlık, askeri idari yargının görev alanı dışında kalmaktadır. Yapılan değişiklikten sonra askeri hâkim ve savcıların özlük işleri ve maddede sayılan konularda yapılacak işlemlerde göz önüne alınacak tek ölçüt mahkemelerin bağımsızlığı ve hâkimlik teminatı esaslarına uygun olmaktır.

03.11.2007 tarihinde yapılan Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Yazılı sınavına katılıp hem yazılı sınavını hem de mülakat sınavını kazanarak nihai başarı listesine girmeye hak kazandım. Ancak sınav süreci aşamasında YARSAV adlı derneğin, söz konusu sınav hakkında, ilgili sınavın dayanağını oluşturan 06.07.2007 tarihli ilan duyurusunun 4. bendindeki standart sapmanın 10 olarak belirlenmesi ve yine aynı bendin 2. Paragrafındaki "ağırlıklı” sözcüğüyle başlayıp “büyüğü” sözcüğüyle biten bölümünün ve yine ilanın dayanağını oluşturan ve Adalet Bakanlığı ile ÖSYM tarafından imzalanan 29.06.2007 tarihli protokolün 9. Maddesindeki standart sapmanın 10 olarak belirlenmesi ve yine aynı maddenin 3. Paragrafındaki “ağırlıklı” sözcüğüyle başlayıp “büyüğü” sözcüğüyle biten bölümünün iptali istemiyle açılan davada; Danıştay On İkinci Dairesince, mülakat sonucunun açıklanıp nihai başarı listesinin ilan edilmesinden sonraki aşamada, 2007/6700 esas numaralı dosyada yürütmeyi durdurma kararı vermiş olup, Adalet Bakanlığı’nca da söz konusu yürütmeyi durdurma karan sonrası sınavın yeniden ve standart sapmasız olarak değerlendirilmesi yaptırılmış ve ortaya çıkan yeni başarı listesinde benimle birlikte 114 aday açıkta kalmıştır. Mülakat Komisyonunca benimle beraber 114 aday hakkında; Danıştay’ca verilecek esas karara göre işlem yapılacağına yönelik tutanak tutulmuştur. Danıştay’ın 2007/6700 E. ile vermiş olduğu yürütmeyi durdurma kararından itibaren açıkta kaldığımdan 2009 yılında yapılan Askeri Hakimlik sınavına katılarak başarılı oldum ve 2010 yılından beridir bu görevi yapmaktayım.

14.02.2013 Tarihinde Danıştay On ikinci Dairesince, yaklaşık 6 yılı aşkın süre sonra 2007/6700 E. Ve 2013/582 K. Kararı ile, davayı açan YARSAV adlı demeğin dava açma ehliyetinin bulunmadığı gerekçesiyle 2007 yılında açılan söz konusu davayı reddetmiştir. Bu karar üzerine ise Adalet Bakanlığı’nca 18.09.2013 tarih ve 36810 sayılı yazıyla, çalışmakta olduğum kurum olan Milli Savunma Bakanlığı’na hitaben hakkımda adli yargı hakim ve savcı adaylığına başlamam için yazılı muvafakat talebinde bulunulmuş olup, Milli Savunma Bakanlığı cevaben 19.11.2013 tarih ve 4011 sayılı yazısında Adalet Bakanlığı’na hitaben hakkımda adli yargı hakim ve savcı adaylığı için muvafakat verilmeyeceğini bildirmiştir. Dava konusu işlemde hukuka uyarlılık bulunmamaktadır.

Şöyle ki:

Dava konusu olayda davalı idarenin takdir yetkisini hukuka uygun olarak kullanıp kullanmadığının tespiti için davacının çalıştığı kadro ve ihtiyaç durumu bu kadroya atanacak kişilerde aranacak nitelikte, davacının atanmayı talep ettiği görev ile halen yaptığı görevin davacı yönünden, karşılaştırılmasının yapılması gerekmektedir. Yukarıda da belirttiğim üzere: adli vargı hakim ve savcı adaylığına geçmeye hak kazanmam 2007 yılına ait Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Sınavını kazanmış olmama dayanmaktadır. Tam 6 yılı aşkın süren yürütmeyi durdurma kararı neticesinde böylesine bir durum gerçekleşmiştir. Dolayısıyla 6 yılı aşkın sürede maddi ve manevi mağduriyetim söz konusudur. Askeri hakimlik mesleğine 2010 yılında kabul edildim. Davalı idarenin muvafakat vermesi halinde, adli yargı hakim ve savcı adaylığına geçerek aynı zamanda geçmişe yönelik 2007 yılına kadar dayanan özlük hakları dahil birçok haklarımı geri kazanma durumum söz konusudur. Dolayısıyla muvafakat verilmesi halinde naklen atanacağım görev veri nedeniyle mesleki açıdan ilerleme fırsatımın bulunduğu dikkate alınmalıdır. Bu açıdan Adli yargı hakim ve savcı adaylığı sürecim askeri hakimlilik görevime başlamadan önce başlamış olup ancak 6 yıl aradan sonra neticelenmiş olması dikkate alınmalıdır. Gerek AYİM'in gerekse genel idari yargı yerlerinin, "personelin, hiyerarşik ve özlük haklan bakımından daha üst bir statüye kavuşabileceği göreve atanmasında idarenin muvafakat vermesi gerektiği" yönündeki yerleşik içtihatları bulunmaktadır. Halen ifa ettiğim kadro görev verinin gerektirdiği nitelikler itibariyle, tarafıma muvafakat verilmesi halinde, boşalacak kadroda yeniden personel istihdamında herhangi bir güçlük bulunmamaktadır. Askeri hakimlik görevini yaparken herhangi bir mecburi yükümlülüğüm veya bu konuda herhangi bir taahhüdüm bulunmamaktadır. Ayrıca adli yargı hakim ve savcı mesleğine geçmem halinde yapacağım kamu hizmetinde daha verimli olacağıma inanıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın Yargı başlıklı 3’üncü bölümündeki; 138'inci maddesinde mahkemelerin bağımsızlığı, 139’uncu maddesinde Hâkimlik ve Savcılık teminatı, 140’ıncı maddesinde Hâkimlik ve Savcılık mesleği ve 145’inci maddesinde Askeri Yargı düzenlenmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na göre adli yargı hâkimleri ile askeri hâkimler arasında bir ayrım yapılmamıştır. Bir başka deyişle adli yargı hâkimleri ile askeri yargı hâkimleri arasında statü bakımından farklılık bulunmamaktadır. Hukuk devleti ilkesi Anayasanın 2 nci maddesinde düzenlenmiş olup, 10 uncu maddede ise eşitlik ilkesi düzenlenmiştir. Anayasanın eşitlik ilkesi gereği eşitlik her bakımdan aynı hukuki durumda olanlar arasında aranacak bir özellik olup, farklı durumdakilere farklı kurallar uygulanması eşitliği bozmaz ise de, kişilerin farklı kurallara tabi tutulmalarının haklı nedenlere dayanıyor olması gerekmektedir. Kişilerin farklı kurallara tabi tutulmaları haklı nedenlere dayanmıyorsa eşitlik ilkesi ihlal edilmiş olacaktır. Anayasa Mahkemesinin kararlarında eşitlik ilkesine aykırılığın hukuk devleti ilkesine de aykırılık oluşturacağı kabul edilmektedir.

Hukuk devleti ilkesinin temel bileşenlerinden olan yargı bağımsızlığı, insan haklarının ve özgürlüklerinin başlıca ve en etkin güvencesidir. Mahkemelerin bağımsızlığı, genellikle hâkimlerin bağımsızlığı kavramı ile eş anlamlı olarak kullanılmakta ve biri diğerinin nedeni ve doğal sonucu olarak anlaşılmaktadır. Hâkimlerin görevlerine ilişkin bağımsızlığı, onlara tanınan bir ayrıcalık olmayıp, bunun amacı adaletin dolaylı dolaysız her türlü etki, baskı, yönlendirme ve kuşkudan uzak dağıtılacağı yolundaki güven ve inancı yerleştirmektir. Yargının bir karakteri olan bağımsızlık, hâkimin, çekinmeden ve endişe duymadan, Anayasa’nın öngördüğü gereklerden başka herhangi bir dış etki altında kalmadan, yansız tutumla, özgürce karar verebilmesidir. Hâkim bağımsızlığının yalnız yürütme organına karşı değil, demokratik bir toplumda, devlet yapısı içinde tüm kurum ve kuruluşlar ile kişilere karşı da düşünüp sağlanması gerekir. Anayasa’da öngörülen yargı bağımsızlığı ve hâkimlik teminatının, askeri yargı için de geçerli olduğu konusunda kuşku bulunmamaktadır.

Davalı idarenin davacının kurumlar arası nakli için muvafakat verip vermeme hususundaki takdir yetkisinin sınırsız olmayıp, takdir yetkisinin objektif ölçütler doğrultusunda kamu yararı ile birey yararı gözetilerek kullanılması gerekir.

İdare, işlem ve eylemlerini yaparken "kişi yararı" ve "kamu yararı "m göz önünde bulunduracak, yasal sınırlar ilerisinde takdir hakkını bu amaçları gerçekleştirmek amacı ile kullanacaktır. Ancak, söz konusu yetkinin kullanılma biçim ve esasları ile sınırı ne olmalıdır ki, atamaya yetkili makam hukuka uygun hareket etmiş olsun. Şu halde, söz konusu takdir hakkının davalı idarece hangi kriterlere göre kullanılması halinde hukuka uygun düşeceği hususu hukuka uygunluk denetimi açısından önem arz etmektedir.

Bilindiği üzere, idareye tanınan takdir hakkı (yetkisi) hiçbir zaman mutlak ve sınırsız değildir. Kamu hizmetinin verimliliği, etkinliği ve kamu yararı ile kişi yaran arasında bir denge kurulması zorunluluğu, bu hak ve yetkinin sınırını oluşturmaktadır. Takdir hakkının, idarece takip edilen amaca uygun olarak kullanıldığı, keyfilikten, kişisel ve duygusal, sübjektif değerlendirmelerden kaçınıldığı ve uzak olduğu, objektif ve gerçek kıstaslara bağlı kalındığı sürece, yargı denetimi dışında tutulması gerektiğinde kuşku yoktur. Ne var ki, idarenin takdir hakkını yerinde kullanmadığının iddia edilmesi halinde, bu sınırların aşılıp aşılmadığının idari yargı organınca denetlenmesi de kaçınılmaz olmaktadır. Diğer bir deyişle, Anayasanın 125'inci maddesinin 3'üncü fıkrasında düzenlenmiş bulunan "İdarenin takdir yetkisini kaldıracak biçimde yargı karan verilemez" tarzındaki hükmün; idarenin sınırsız ve mutlak takdir hakkına sahip olduğu ve böylece takdir hakkının idari yargı denetimine tabi olmadığı yönünde yorumlanması ve uygulanması, yine Anayasa ile öngörülen "hukuk devleti" ilkesi ile bağdaşamaz.Bu nedenle, anılan yetkinin sınırlarının (takdir hakkının) özellikle "yüksek mahkemelerce" olmak koşuluyla, yargı yerlerince çizilebileceği ve hatta bu konuda hiçbir yasal sınırlamanın kabul görmeyeceğinin benimsenmesinde kamu yararı bulunduğu gözden uzak tutulmamalıdır.

Her idari işlemin amacı kamu yararının teminidir, ancak bu yararın ne olduğu her hizmet özelinde tek tek incelenmelidir. Muvafakat vermeme işleminin amacı hizmetin aksamasını engellemektir. Ancak Danıştay’ın emsal bir kararında konuyla ilgili şöyle bir yerleşik kararı vardır: “Kamu hizmetinin bütünlüğü ve devamlılığı ilkesi gereğince, kamu görevlilerinin özel koşullara göre verimliliklerinin en yüksek olduğu ve hizmetlerinden en yüksek oranda yararlanılacak bir biçimde çalıştırılmalarının kamu yararına uygun düşeceği açıktır.

Danıştay 5.Daire E:2006/875, K:2007/4996, T:01.10.2007) 1. Milli Savunma Bakanlığı’nın 19.11.2013 tarih ve 4011 sayılı muvafakat verilmemesine ilişkin işlemin öncelikle YÜRÜTMESİNİN DURDURULMASINA,

Yapılacak yargılama neticesinde dava konusu işlemin İPTALİNE,

İdari işlemin iptalinden kaynaklanan parasal haklarımın korunmasına, yargılama giderleri vekalet ücretinin de davalı idare üzerinde bırakılmasına karar verilmesini saygılarımla arz ve talep ederim.” demek suretiyle İdari Yargı yerinde dava açmıştır.

Davalılardan Milli Savunma Bakanlığı vekili süresi içerisinde sunduğu cevap dilekçesinde özetle, görev itirazında bulunmuştur.

Ankara 9. İdare Mahkemesi: 08.05.2014 gün ve E:2014/588 sayı ile özetle; “...Olayda, her ne kadar davacı Hakim Üsteğmen statüsünde Askeri Hakim olarak görev yapmakta ise de, ilgili sınava askeri hakim statüsünde iken girmediği, 2007 yılında yapılan Adli Yargı Hakim ve Savcı adaylığı Yarışma Sınavı’na katıldığı dönemde davacının askerlik mesleği ile herhangi bir bağının olmadığı, öte yandan uyuşmazlık konusu olayın Adalet Bakanlığı’nın mahkeme kararının uygulanması amacıyla Mili Savunma Bakanlığı’ndan muvafakat istemine ilişkin olduğu, dolayısıyla askeri hizmete ilişkin olmadığı anlaşıldığından, bakılan davanın görüm ve çözümünün idari yargı yerine ait olduğu sonucuna varılmıştır.” demek suretiyle davalı Milli Savunma Bakanlığı vekilinin görev itirazının reddine karar vermiştir.

Davalılardan Milli Savunma Bakanlığı vekilinin olumlu görev uyuşmazlığı çıkartılması yolunda süresi içinde verdiği dilekçe üzerine, dava dosyasının onaylı bir örneği Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcılığı'na gönderilmiştir.

            Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Başsavcısı; “…Anayasanın 157. maddesinde, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu, ancak askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartı aranmayacağı belirtilmiş; 20.07.1972 günlü ve 1602 Sayılı Yasanın 25.12.1981 günlü ve 2568 Sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinde de aynı hüküm yer almıştır. Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

            1602 Sayılı Yasanın 20. maddesinde, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan, subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman çavuş, uzman jandarma çavuş, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır. Bu bağlamda, TSK bünyesinde Subay olarak görevli bulunan davacının asker kişi sıfatını taşıdığı hususunda duraklama bulunmamaktadır.

            İdari işlemin “askeri hizmete ilişkin bulunması”, bu işlemin; kanun ve nizamların Türk Silahlı Kuvvetlerine tanıdığı yetki ve görevlerin yerine getirilmesi amacına yönelik olması anlamını taşımaktadır.

            İdari işlemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” için, işlemin bir asker kişiye yönelmesi, etkilerini ve sonuçlarını bir asker kişi üzerinde meydana getirmiş olması gerekir.

            İşbu davada davalı idare tarafından tesis edilen ve TSK’da görevli Subay statüsündeki davacının adli yargı hakim ve savcı adaylığına atanmak üzere muvafakat verilmesi talebinin reddi şeklindeki idari işlemin iptal edilmesi istenildiği anlaşılmakla, davada idari işlemin “askeri hizmete ilişkin bulunması” ve “asker kişiyi ilgilendirmesi” koşullarının birlikte gerçekleştiği ve dolayısıyla uyuşmazlığın çözümünde AYİM’in görevli olduğu değerlendirilmektedir.” demek suretiyle  2247 sayılı Yasa'nın 10., 12. ve 13. maddeleri uyarınca, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ve dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vermiştir.

Başkanlıkça, 2247 sayılı Yasa’nın 13. maddesine göre Danıştay Başsavcısı’nın da yazılı düşüncesi istenilmiştir.

Danıştay Başsavcısı: “…Anayasa’nın 157. maddesinde, Askeri Yüksek idare Mahkemesi’nin, askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların yargı denetimini yapan ilk ve son derece mahkemesi olduğu; ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda ilgilinin asker kişi olması şartının aranmayacağı belirtilmiş; 1602 sayılı Askeri Yüksek idare Mahkemesi Kanunu’nun 25.12.1981 tarih ve 2568 sayılı Yasa ile değişik 20. maddesinin birinci fıkrasında, “Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Türk Milleti adına; askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini ve diğer kanunlarda gösterilen, görevleri yapar. Ancak, askerlik yükümlülüğünden doğan uyuşmazlıklarda; ilgilinin asker kişi olması şartı aranmaz” denilmiştir.

Buna göre, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin bir davaya bakabilmesi için dava konusu idari işlem veya eylemin “asker kişiyi ilgilendirmesi” ve “askeri hizmete ilişkin bulunması” koşullarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.

1602 sayılı Yasa’nın değişik 20. maddesinin ikinci fıkrasında da, Türk Silahlı Kuvvetlerinde görevli bulunan veya hizmetten ayrılmış olan subay, askeri memur, astsubay, askeri öğrenci, uzman jandarma, uzman erbaş, sözleşmeli erbaş ve er, erbaş ve erler ile sivil memurlar asker kişi sayılmaktadır.

Davacının 1602 sayılı Yasa'nın 20. maddesinde sayılan asker kişilerden olduğu ve bu nedenle dava konusu işlemin asker kişiyi ilgilendirdiği tartışmasızdır.

Dava konusu işlemin askeri hizmete ilişkin olup olmadığına gelince: idari işlemin, görevli yargı yerinin tespiti yönünden “askeri hizmete ilişkin” olup olmadığının saptanabilmesi için işlemin konusuna bakılması gerekmektedir. Eğer idari işlem askeri gereklere, askeri usul ve yönteme ve askeri hizmete göre tesis edilmiş ise, bu işlemin askeri hizmete ilişkin olduğu kabul edilmelidir. Daha açık bir ifadeyle, askeri hizmete ilişkin idari işlemler; idarenin bir asker kişinin askeri yeterlik ve yeteneklerinin, tutum ve davranışlarının, askeri geçmişinin, asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin; askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri, askeri kural ve gerekler göz önünde tutularak değerlendirilmesi sonucunda tesis edilen işlemlerdir. İşlem, askeri olmayan bir makam tarafından tesis edilmiş olsa bile durum değişmemekte menfaati ihlal edilen asker kişinin açtığı davanın Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nde görülmesi gerekmektedir

Davacının kurumlararası naklen atanma isteği hakkında işlem tesis edilirken, idarece asker kişi olmaktan kaynaklanan hak ve ödevlerinin, askerlik hizmetinin amacı, askeri görev yerlerinin özellikleri ve hizmet gerekleri gözönüne alınarak değerlendirildiği ve bu işlemin yargısal denetimi sırasında da bu hususların dikkate alınacağı açık olduğundan davacı hakkında tesis edilen idari işlem askeri hizmete ilişkin bulunmaktadır.

Belirtilen duruma göre olayda idari işlemin asker kişiyi ilgilendirmesi ve askeri hizmete ilişkin bulunması koşulları birlikte gerçekleştiğinden açılan davanın görüm ve çözümünün Askeri Yüksek İdare Mahkemesinin görevinde bulunduğu sonucuna ulaşılmıştır.

Açıklanan nedenle, 2247 sayılı Yasa'nın 13. maddesi uyarınca, yapılan başvurunun kabulünün uygun olacağı düşünülmektedir.” şeklinde yazılı düşünce vermiştir.

Davalı Milli Savunma Bakanlığı vekili davayı kabul beyanı ve kabul beyanına ilişkin dilekçe örneğini mahkememize sunmuştur.

Mahkememize gönderilen dilekçede;

“a-Davacı K.T., üsteğmen rütbesinde askeri hakim olarak görev yapmakta iken daha önceden kazanmış olduğu 2007 tarihli Adli Yargı Hakim ve Savcı Adaylığı Sınavının iptali için açılan davanın reddedilmesi üzerine, Adalet Bakanlığı’nca davacının göreve başlatılması için Bakanlığımızdan muvafakat talebinde bulunulmuş; bu talebin davalı idare tarafından reddedilmesi üzerine davacı tarafından işbu iptal davacı açılmıştır.

b-Yargılama sırasında dava konusu işlemde açıkça hukuka aykırılık bulunduğu belirtilmek suretiyle 08 Mayıs 2014 tarihli ve 2014/588 E sayılı karar ile yürütmeyi durdurma kararı verilmiş ve davalı idare tarafından bu karar yerine getirilmiştir.

c-Davacının muvafakat verilmemesi işleminin iptali için dava açmakla, tercihini adli/idari yargı hakim/savcılığından yana kullanması sebebiyle bu aşamadan sonra askeri yargıda görev yapmasının kendisi ve askeri yargı açısından beklenen faydayı sağlayamayacağı değerlendirildiğinden idari ve hukuki sebeplerle davayı kabul etmek gereği doğmuştur.

Yukarda açıklanan nedenle;

Kabul beyanının karşı tarafa tebliğ edilerek 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunu’nun 31’nci maddesinin atıp yaptığı 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 308 vd. maddeleri gereğince kabul beyanımız doğrultusunda karar verilmesini arz ve talep ederim.” denilmiştir.

İNCELEME VE GEREKÇE: Uyuşmazlık Mahkemesi Hukuk Bölümü’nün, Serdar ÖZGÜLDÜR’ün Başkanlığında, Üyeler: Eyüp Sabri BAYDAR, Ali ÇOLAK, Nurdane TOPUZ, Alaittin Ali ÖĞÜŞ, Ayhan AKARSU ve Mehmet AKBULUT’un katılımlarıyla yapılan 2.3.2015 günlü toplantısında; Raportör-Hakim Selim Şamil KAYNAK’ın davalı tarafın davayı kabul etmesi nedeni ile karar verilmesine yer olmadığı yolundaki raporu ve dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Danıştay Savcısı Yakup BAL ile AYİM Savcısı Mehmet ALP’in davalı tarafın davayı kabul etmesi nedeni ile karar verilmesine yer olmadığına ilişkin sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra GEREĞİ GÖRÜŞÜLÜP DÜŞÜNÜLDÜ:

2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’un 10 ila 13. maddelerinde, olumlu görev uyuşmazlığı çıkarılmasına ilişkin hususlara;  27. maddesinde ise, Uyuşmazlık Mahkemesinin, uyuşmazlık çıkarmaya veya görev uyuşmazlıklarına ilişkin istemleri önce şekil ve süre açısından inceleyeceği; yöntemine uymayan veya süresi içinde ileri sürülmemiş istemleri reddedeceği kuralına yer verilmiştir.

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun  “Davayı kabul” başlıklı 308.maddesinde, “(1) Kabul, davacının talep sonucuna, davalının kısmen veya tamamen muvafakat etmesidir.”;  

(2) Kabul, ancak tarafların üzerinde serbestçe tasarruf edebilecekleri davalarda hüküm doğurur.

“Feragat ve kabulün şekli” başlıklı 309.maddesinde, “(1) Feragat ve kabul, dilekçeyle veya yargılama sırasında sözlü olarak yapılır.

 (2) Feragat ve kabulün hüküm ifade etmesi, karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı değildir.

 (3) Kısmen feragat veya kabulde, feragat edilen veya kabul edilen kısmın, dilekçede yahut tutanakta açıkça gösterilmesi gerekir.

 (4) Feragat ve kabul, kayıtsız ve şartsız olmalıdır.”;

 “Feragat ve kabulün zamanı” başlıklı 310.maddesinde, “(1) Feragat ve kabul, hüküm kesinleşinceye kadar her zaman yapılabilir.”; 

 “Feragat ve kabulün sonuçları” başlıklı 311.maddesinde, “(1) Feragat ve kabul, kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurur. İrade bozukluğu hâllerinde, feragat ve kabulün iptali istenebilir.” denilmiştir.

Anılan kanun hükümleri, öğretide ve uygulamada getirilen yorumlar birlikte ele alındığında, davayı kabul isteğinin tek taraflı açık bir irade beyanı olduğu; karşı tarafın ve mahkemenin muvafakatine bağlı bulunmadığı ve kesin hüküm gibi hukuki sonuç doğurduğu görülmektedir.

 Olayda, davalı Milli Savunma Bakanlığı’nın davacının muvafakat verilmemesi işleminin iptali için dava açmakla, tercihini adli/idari yargı hakim/savcılığından yana kullanması sebebiyle bu aşamadan sonra askeri yargıda görev yapmasının kendisi ve askeri yargı açısından beklenen faydayı sağlayamayacağı değerlendirildiğinden idari ve hukuki sebeplerle davayı kabul ettiği anlaşılmıştır.

Bu durumda, davayı kabul kesin hükmün hukuki sonuçlarını doğuracağından ve davalı vekilinin istemi nedeniyle, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun’a göre görev uyuşmazlığının esasının incelenmesi olanağı bulunmadığından; davalı tarafın davayı kabul etmesi nedeniyle karar verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekmiştir.

S O N U Ç : Davalı tarafın davayı kabul etmesi nedeniyle,  2247 sayılı Kanun uyarınca   görev uyuşmazlığının esasının incelenmesi  olanağı bulunmadığından; DAVALI TARAFÇA DAVANIN KABUL EDİLMESİ NEDENİYLE KARAR VERİLMESİNE YER OLMADIĞINA, 2.3.2015  gününde OYBİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

Başkan

Serdar

ÖZGÜLDÜR

 

 

 

Üye

Eyüp Sabri

BAYDAR

 

 

 

Üye

Alaittin Ali

ÖĞÜŞ

Üye

Ali

ÇOLAK

 

 

 

Üye

Ayhan

AKARSU

Üye

Nurdane

TOPUZ

 

 

 

Üye

Mehmet

AKBULUT