T.C.

UYUŞMAZLIK MAHKEMESİ

 

ESAS NO       : 2021/390

KARAR NO  : 2021/423     

KARAR TR  : 05/07/2021

 

ÖZET: Bağ-Kur emeklilik işlemlerine esas olmak üzere, davacının vergi kayıtlarındaki isim ve doğum tarihi yanlışlığının düzeltilmesi istemiyle açılan davanın, ADLİ YARGI YERİNDE görülmesi gerektiği hk.

 

K A R A R

 

Davacı       : F.T.

Vekili         : Av. M.A.

Davalı        : Süleyman Nazif Vergi Dairesi Müdürlüğü

 

I. DAVA KONUSU OLAY            

1. Davacı vekili, Bağ-Kur emeklilik işlemleri için müracaat ettiğinde nüfus kayıtları ile vergi dairesindeki kayıtlar arasındaki uyumsuzluk nedeniyle müvekkilinin emeklilik işleminin gerçekleşmediğini, Gg-30752 vergi numaralı vergi mükellefi ile aynı kişi olduğunun tespiti ile vergi dairesindeki kaydın düzeltilmesi istemiyle adli yargı yerinde dava açmıştır.

II. UYUŞMAZLIĞA İLİŞKİN BAŞVURU SÜRECİ

A. Adli Yargıda

2. Diyarbakır 1. Sulh Hukuk Mahkemesi E.2019/1893, K.2020/308 sayılı dosyada, 29/01/2020 tarihinde "tespit davası açılabilmesi için hukuki yararın bulunmadığı" gerekçesiyle "dava şartı yokluğundan 6100 sayılı HMK’nin 114/1-h maddesi gereğince davanın usulden reddine" karar vermiş, karar istinaf edilmiştir.

3. Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1. Hukuk Dairesi, E.2020/558, K.2020/596 sayılı dosyada "Davacının      istinaf başvurusunun açıklanan kabulüne, Diyarbakır 1. Sulh Hukuk Mahkemesinin 29/01/2020 tarihli, 2019/1893 Esas, 2020/308 Karar sayılı kararının 6100 sayılı HMK'nin 353/1-b-2. maddesi uyarınca kaldırılmasına, Davanın 6100 sayılı HMK'nin 114/1-b ve 115/2. maddeleri uyarınca yargı yolunun caiz olmaması nedeniyle usulden reddine" 26/11/2020 tarihinde kesin olarak karar vermiştir. Kararın gerekçesi şu şekildedir:

"...davadaki talebin, nüfus kayıtları ile vergi dairesindeki kayıtlar arasında farklılık bulunduğu ileri sürülerek uyumsuzluğun vergi dairesindeki kayıtların düzeltilmesi suretiyle giderilmesine ilişkin olduğu ve bu şekliyle idari iş ve idareye verilmiş bir görev olduğu anlaşılmaktadır.

Hal böyle olunca, davacının istinaf başvurusunun açıklanan nedenden ötürü kabulü ile hükmün 6100 sayılı HMK’nin 353/1 -b-2 maddesi uyarınca kaldırılmasına karar verilerek, davacının talebinin idari iş ve idareye verilmiş bir görev olması nedeniyle yargı yolunun caiz olmadığı..."

4. Davacı vekili, aynı taleple idari yargı yerinde dava açmıştır.

B. İdari Yargıda

5. Diyarbakır Vergi Mahkemesi, E.2021/317 sayılı dosyada 01/04/2021 tarihinde, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesi'nin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun'un 19. maddesi uyarınca görevli yargı yerinin belirlenmesi için dosyanın Uyuşmazlık Mahkemesine gönderilmesine karar vererek, 04/05/2021 tarihli ve E.2021/317 sayılı üst yazı ile Uyuşmazlık Mahkemesine müracaat etmiştir. Karar gerekçesinin ilgili kısmı şu şekildedir:

“...mevzuat hükümleri ile somut olay birlikte değerlendirildiğinde, davacının bu dava ile; Vergi Dairesi Müdürlüğü kayıtlarındaki, 1960 doğumlu Fetullah Tufan’a ait olan kayıtların kendisine ait olduğunu kanıtlayarak, Bağ-Kur sigortasından emekli olmayı amaçladığı; sigortalılık hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacının bulunduğu ve bu bağlamda isteminin iptal davası kapsamında olmadığı; davalı Vergi Dairesi Müdürlüğü'ndeki isim ve doğum tarihine ilişkin tescil ve tespit davası niteliğinde olduğu dikkate alındığında, uyuşmazlığın görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli olduğu sonucuna varılmıştır."

III. İLGİLİ HUKUK

A. Mevzuat

6. Mülga 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkarlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanunu' nun 24. maddesinde “Sosyal Sigortalar Kanunu kapsamı dışında kalan ve herhangi bir işverene hizmet akdi ile bağlı olmaksızın kendi adına ve hesabına çalışan esnaf ve sanatkarlar ile diğer bağımsız çalışanlar hakkında malullük, yaşlılık ve ölüm hallerinde bu kanunda yazılı şartlarla sosyal sigorta yardımları" sağlanacağı, 25.maddesinde "24 üncü maddede belirtilen kimseler meslek kuruluşuna yazılarak çalışmaya başladıkları tarihten itibaren kendiliğinden bu kanuna göre sigortalı" olduğu belirtilmiş, aynı Kanun'un 26.maddesinde ise "Bu kanunun kapsamına girenlerin, çalışmaya başladıkları tarihten itibaren en geç üç ay içinde Kurumun ilgili şubesine başvurarak kayıt ve tescillerini yaptıracağı" hükme bağlanmıştır.

7. 5510 Sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun “Diğer kanunlardaki atıflar” başlıklı 104.maddesinde, “Bu Kanunla yürürlükten kaldırılmayan hükümleri saklı kalmak kaydıyla, 17/7/1964 tarihli ve 506 sayılı, 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2925 sayılı, 17/10/1983 tarihli ve 2926 sayılı ve 8/6/1949 tarihli ve 5434 sayılı kanunlara yapılan atıflar ile ilgili mevzuatında emeklilik, malûllük, vazife malûllük ve sosyal sigorta haklarına, yardımlarına ve yükümlülüklerine, iştirakçiliğe ve sigortalılığa, dul, yetim ve hak sahipliği şartlarına, emekli ikramiyesine, ek ödemelere, sağlık hizmetleri veya tedavi bedellerinin ödenmesine ilişkin yapılan atıflar bu Kanunun ilgili maddelerine yapılmış sayılır.(…)” hükmüne: “Yürürlükten kaldırılan hükümler” başlıklı 106.maddesinde, “(…)2) 2/9/1971 tarihli ve 1479 sayılı Esnaf ve Sanatkârlar ve Diğer Bağımsız Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kurumu Kanununun 83, 84, geçici 10 uncu ve ek geçici 6 ncı maddeleri hariç diğer maddeleri(…) yürürlükten kaldırılmıştır.” hükmüne;ve “Uyuşmazlıkların çözüm yeri” başlıklı 101. maddesinde ise “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür.” hükmüne yer verilmiştir.

B. Yargı Kararları

8. Benzer bir konudaki Yargıtay 10.Hukuk Dairesinin 24/01/2013 tarihli ve E.2012/22456, K.2012/837 sayılı kararı şu şekildedir:

“(…)Dava; hukuki nitelikçe 2926 sayılı Kanun kapsamında Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tespiti istemine ilişkin olup, uyuşmazlık; davacının, sigortalılığının tespiti için böyle bir dava açmakta hukuki yararının bulunup bulunmadığı ve buna göre davanın adli yargı yerinde mi, yoksa yerel mahkeme kararında belirtildiği gibi idari yargı yerinde mi görüleceğinin açıklığa kavuşturulması noktasında toplanmaktadır.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu’nun 01.02.2012 gün ve 21011/10-642 Esas, 2012/38 Karar sayılı ilamında da açıkça belirtildiği üzere, uyuşmazlığın çözümü için öncelikle hukuk yargılamasının amacı ve davada menfaat (hukuki yarar) kavramları hakkında açıklama yapılmasında yarar bulunmaktadır.

Medeni usul hukukunda hukuki yarar, mahkemeden hukuksal korunma istemi ile bir davanın açılabilmesi için davacının bu davayı açmakta (veya mahkemeden hukuksal korunma istemekte) bir çıkarının bulunmasıdır.

Davacının dava açmakta hukuk kuralları tarafından haklı bulunan (korunan) bir yararı olmalı, hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacı bulunmalı ve davacı mahkemeyi gereksiz yere uğraştırmamalıdır.

Hukuk Genel Kurulu’nun 24.06.1992 gün ve 1992/1-347 E., 1992/396 K. ve 30.05.2001 gün ve 2001/14-443 E., 2001/458 K. sayılı kararlarında da belirtildiği üzere buna hukuki korunma (himaye) ihtiyacı da denir. Mahkemelerden hukuki himaye istenmesinde, himayeye değer bir yarar olmalıdır.

Öte yandan, bu hukuksal yararın, "hukuki ve meşru", "doğrudan ve kişisel", "doğmuş ve güncel" olması gerekir. Mülga 1086 sayılı Hukuk Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun yürürlükte olduğu dönem içinde öğreti ve yargısal kararlar, dava açarken hukuki yararın bulunması gereğini, "dava şartı" olarak kabul etmiştir. Bu şart, "dava konusuna ilişkin genel dava şartlarından biri" olup, davanın esası hakkında inceleme yapılabilmesi ve esas hakkında hüküm verilebilmesi için varlığı gerekli olduğundan "olumlu dava şartları" arasında sayılmaktadır.

Nitekim, aynı görüş, Hukuk Genel Kurulu'nun 24.11.1982 gün ve 1982/7-1874 E.-914 K.; 5.6.1996 gün ve 1996/18-337 E.-542 K.; 10.11.1999 gün ve 1999/1-937 E.-946 K. ve 25.05.2011 gün ve 2011/11-186 E. 2011/352 K. sayılı kararlarında da, benimsenmiştir.

01.10.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nda öğreti ve yargısal kararların bu uygulaması aynen benimsenerek, davacının, dava açmakta hukuki yararının bulunması “Dava Şartları” başlıklı 114. maddesinin 1. fıkrasının (h) bendinde açıkça dava şartları arasında sayılmıştır.

Bir davada, hukuki yarar ilkesinin dava şartı olarak gözetilmesinin, yargılamanın amacına ve usul ekonomisi ilkesine uygun olarak yargılama yapılmasına yarar sağlayacağı, her türlü duraksamadan uzaktır.

Bu ilkeden hareketle, dava şartı olarak hukuki yararın varlığının, mahkemece, taraflarca dava dosyasına sunulmuş deliller, olay veya olgular çerçevesinde, kural olarak davanın açıldığı tarihe göre, kendiliğinden ve yargılamanın her aşamasında gözetilmesi gerekir. Bu sayede, iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (İnsan Hakları ve Temel Özgürlüklerin Korunmasına İlişkin Sözleşme)'nin 6. maddesi ve 1982 Anayasası'nın 36. maddesinde düzenlenen "hak arama özgürlüğü”nün dürüstlük kuralına uygun kullanılması sağlanabilecek; bu durum, haksız davalar açmak suretiyle, dava hakkının kötüye kullanılmasına karşı bir güvence oluşturacaktır.

Dava açmaktaki hukuki yarar; hukuk düzenince kabul edilmiş meşru bir yarar olmalı, bu yarar dava açan hak sahibi ile ilgili olmalı ve dava açıldığı sırada halen mevcut bulunmalıdır. Ayrıca açılacak davanın, ortaya çıkacak tehlikeyi bertaraf edecek nitelikte olması gerekir. Bir kimsenin hakkına ulaşmak için mahkeme kararının o an için gerekli olması durumunda hukuki yararın olduğundan söz edilebilir. Bir mahkeme kararına ihtiyaç yoksa hukuki yarardan söz edilemez.

Uyuşmazlığın çözümünde, hukuki yarar kavramının tespit davasındaki yansımasının ne olacağının ayrıca irdelenmesinde yarar vardır:

Bilindiği üzere mahkemeden istedikleri hukuki korunmaya göre davalar eda davaları, tespit davaları ve inşai davalar olarak ayrılmaktadır.

Eda davalarında, bir şeyin yapılması, bir şeyin verilmesi veya bir şey yapılmaması istenmekte iken; inşai (yenilik doğuran) davalar ile de var olan bir hukuki durumun değiştirilmesi, kaldırılması veya yeni bir hukuki durumun yaratılması istenir. İnşai (yenilik doğurucu) davanın kabulü ile yeni bir hukuki durum yaratılır ve hukuksal sonuç genellikle bir yargı kararı ile doğar.

Tespit davaları ise bir hukuki ilişkinin var olup olmadığının tespitine ilişkin davalar olup, konusunu hukuki ilişkiler oluşturur. Bu dava türü ile bir hukuksal ilişkinin varlığı veya yokluğu saptanmaktadır. Bu davalarda davacının amacı ve dolayısıyla talep sonucu, bir hukuki ilişkinin varlığının ya da yokluğunun veyahut içeriğinin belirlenmesidir.

Tespit davasında sadece tespit hükmü verilebilir. Tespit davasında verilen karar ile hukuki ilişkinin varlığı veya yokluğu kesin olarak tespit edilir, diğer bir anlatım ile davalının varlığını inkar ettiği ilişkinin var olduğu veya yokluğunu inkar ettiği hukuki ilişkinin yok olduğu kesin olarak hükme bağlanır.

Bir tespit davasının kabule şayan olabilmesi için, bu davanın konusunu oluşturan hukuki ilişkinin var olup olmadığının mahkemece hemen tespit edilmesinde davacının menfaatinin (hukuki yararının) bulunması gerekir.

Tespit davasında, eda davasından ve inşai davadan farklı olarak, davacının böyle bir menfaatinin bulunduğu varsayılmaz. Tespit davasında davacı, kendisi için söz konusu olan tehlikeli veya tereddütlü durumun ortaya çıkaracağı zararın ancak tespit davası ile giderilebileceğini kanıtlamalıdır. Çünkü tespit davası, hukuki bir durum ya da hak henüz inkar ya da ihlal edilmeden, yani herhangi bir zarar doğmadan açılabildiğinden, menfaatin doğmuş ve güncel olması gereğinin bir istisnası olarak ortaya çıkmıştır.

İşte davacının hukuki ilişkinin derhal tespitinde menfaatinin (hukuki yararının) varlığı için öncelikle, davacının bir hakkı veya hukuki durumu güncel (halihazır) ve ciddi bir tehlike ile tehdit edilmelidir. Bu tehdit çoğunlukla davalının davranışları ile ortaya çıkar.

Söz konusu bu tehdidin davacı için bir tehlike oluşturabilmesi, bu tehdit nedeniyle, davacının hukuki durumunun tereddüt içinde olmasına ve bu hususun, davacıya zarar verebilecek nitelikte bulunmasına bağlıdır.

Yukarıda açıklanan açıklamaların ışığında somut olay değerlendirildiğinde, davacının amacının; 2926 sayılı Kanun kapsamında Tarım Bağ-Kur sigortalılığının tescil ve tespiti istemine ilişkin olduğu, sigortalılık hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacının bulunduğu, başka bir anlatımla uyuşmazlığın niteliğine göre adli yargı yerinde dava açmakta hukuki yararının bulunduğu, 5510 sayılı Kanunun “Uyuşmazlıkların Çözüm Yeri” başlıklı 101. maddesinde “Bu Kanunda aksine hüküm bulunmayan hallerde, bu Kanun hükümlerinin uygulanmasıyla ilgili ortaya çıkan uyuşmazlıklar iş mahkemelerinde görülür” hükmünün öngörüldüğü de dikkate alınarak davanın iş mahkemesi sıfatıyla Asliye Hukuk Mahkemesinde bakılması gerektiği sonucuna ulaşılmaktadır.(…)”

IV. İNCELEME VE GEREKÇE

A. İlk İnceleme

9. Uyuşmazlık Mahkemesinin Celal Mümtaz AKINCI’nın başkanlığında, Üyeler Şükrü BOZER, Mehmet AKSU, Birol SONER, Aydemir TUNÇ, Nurdane TOPUZ ve Ahmet ARSLAN’ın katılımlarıyla yapılan 05/07/2021 tarihli toplantısında; 2247 sayılı Kanun'un 27. maddesi uyarınca yapılan incelemeye göre, İdare Mahkemesince, anılan Kanun'un 19. maddesine göre başvuruda bulunulmuş olduğu, Mahkemece idari yargı dosyasının ekinde adli yargı dosyası ile birlikte Uyuşmazlık Mahkemesine gönderildiği ve usule ilişkin herhangi bir noksanlık bulunmadığı anlaşıldığından görev uyuşmazlığının esasının incelenmesine oy birliği ile karar verildi.

B. Esasın İncelenmesi

10. Raportör-Hâkim Engin SELİMOĞLU’nun, davanın çözümünde adli yargının görevli olduğu yolundaki raporu ile dosyadaki belgeler okunduktan; ilgili Başsavcılarca görevlendirilen Yargıtay Cumhuriyet Savcısı Halil İbrahim ÇİFTÇİ ile Danıştay Savcısı Yakup BAL’ın davada adli yargının görevli olduğu yolundaki sözlü açıklamaları da dinlendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü:

11. Dava, Bağ-Kur emeklilik işlemlerine esas olmak üzere, davacının vergi kayıtlarındaki isim ve doğum tarihi yanlışlığının düzeltilmesi istemiyle açılmıştır.

12. Konuya ilişkin somut olay, mevzuat hükümleri ve değinilen Yargıtay kararı birlikte irdelendiğinde; davacının bu dava ile; Kurum kayıtlarında, 1960 doğumlu Fetullah Tufan'a ait olan kayıtlarda yapılan Bağ-Kur prim kesintilerinin kendisine ait olduğunu kanıtlayarak, 1479 sayılı Kanun kapsamında Bağ-Kur sigortasından emekli olmayı amaçladığı; sigortalılık hakkını elde edebilmesi için mahkeme kararına ihtiyacının bulunduğu ve bu bağlamda isteminin iptal davası kapsamında olmadığı;davalı Vergi Dairesi Müdürlüğü'ndeki isim ve doğum tarihine ilişkin tescil ve tespit davası niteliğinde olduğu ve uyuşmazlığın, 5510 sayılı Kanun'un 101. maddesi kapsamında görüm ve çözümünde adli yargı yerinin görevli bulunduğu sonucuna varılmıştır.

13. Yukarıda belirtilen hususlar göz önünde bulundurularak; Diyarbakır Vergi Mahkemesinin başvurusunun kabulü ile Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesinin 26/11/2020 tarihli ve E.2020/558, K.2020/596 sayılı görevsizlik kararının kaldırılmasına karar verilmesi gerekmiştir.

V. HÜKÜM

Açıklanan gerekçelerle;

A. Davanın çözümünde ADLİ YARGI YERİNİN GÖREVLİ OLDUĞUNA,

B. Diyarbakır Vergi Mahkemesinin BAŞVURUSUNUN KABULÜ ile Diyarbakır Bölge Adliye Mahkemesi 1.Hukuk Dairesinin 26/11/2020 tarihli ve E.2020/558, K.2020/596 sayılı GÖREVSİZLİK KARARININ KALDIRILMASINA

05/07/2021 tarihinde, OY BİRLİĞİ İLE KESİN OLARAK karar verildi.

 

Başkan

Celal Mümtaz

AKINCI

Üye

Şükrü

BOZER

Üye

Mehmet

AKSU

Üye

Birol

SONER

 

 

 

 

 

Üye

Aydemir

TUNÇ

Üye

Nurdane

TOPUZ

Üye

Ahmet

ARSLAN